Virginia Woolf Seti-5 Kitap Takım
Kitabının Açıklaması:
Mrs. Dalloway
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Londra. Sıcak bir yaz günü Clarissa Dalloway o akÅŸam vereceÄŸi büyük partiye hazırlanmaktadır. Aynı gün Hindistan’dan beklenmedik bir ziyaretçi gelir: İlk aÅŸkı Peter Walsh. Onun bu apansız geliÅŸi uzak bir geçmiÅŸin anılarını, eski arkadaÅŸlıkları ve Clarissa’nın gençliÄŸinde yaptığı tercihleri canlandırır zihninde. Bütün yaÅŸamı, iliÅŸkileri ve sıradan, tekdüze evliliÄŸine götüren olaylar bir bir geçer gözlerinin önünden.
Clarissa çevresinde sürüp giden hayata ve o hayatın içindeki sayısız insana odaklanırken, yazar da çeÅŸitli karakterler arasında gidip gelir ve onların yaÅŸadıklarını Mrs. Dalloway’in akıp giden gününün içine yerleÅŸtirir. Virginia Woolf, ‘Clarissa Dalloway’in hayatında bir gün’ ü, en yetkin temsilcisi olduÄŸu bilinçakışı tekniÄŸiyle anlattığı bu romanında, erkekle kadın ve iki kadın arasındaki iliÅŸkilere de bir pencere açıyor; karakterlerin her birinin iç dünyasına okuru da dahil ediyor; geçmiÅŸe ait benzersiz ama acı veren imgeleri bugünün imgelerine katıyor, toplumun dayattıklarının altında boÄŸulan arzuları incelikle iÅŸliyor. Hayatı ve dış dünyayı her bir karakterinin gözünden ve zihninden muhteÅŸem bir çözümlemeyle sunarken, zamanının ruhunu da baÅŸarıyla yansıtıyor.
Mrs. Dalloway, Türkiye’de ilk yayımlanışından 35 yıl sonra İlknur Özdemir’in çevirisiyle yeniden okurlarıyla buluÅŸuyor.
Kendine Ait Bir Oda
“Bütün bu yüzyıllar boyunca kadınlar, erkeÄŸi olduÄŸundan iki kat büyük gösteren bir ayna görevi gördüler, büyülü bir aynaydı bu ve müthiÅŸ bir yansıtma gücü vardı. Böyle bir güç olmasaydı dünya hâlâ bataklık ve balta girmemiÅŸ ormanlardan ibaret olurdu. SavaÅŸlarda zafer kazanıldığı duyulmazdı… Çar ve Kayzer ne taç giyerler, ne de tahttan inerlerdi. Uygar toplumlarda hangi iÅŸe yararlarsa yarasınlar, bütün ÅŸiddet ya da kahramanlık eylemlerinde aynalar gereklidir. İşte bu yüzden Napoléon da Mussolini de kadınların erkeklerden aÅŸağı olduÄŸunda bu kadar ısrarcıdırlar, eÄŸer onlar aÅŸağıda olmasalardı kendileri büyüyemezlerdi.” Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf’un 1928 yılında kapılarını kadınlara yeni yeni açmakta olan Cambridge Üniversitesi’ndeki kız öğrencilere hitaben yaptığı bir konuÅŸması üzerine ÅŸekillenmiÅŸtir. İngiltere’de kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmelerinden bir yıl sonra yayımlanan kitap o tarihten günümüze feminizm tartışmalarının locus classicus’u olageldi. Jane Austen ve Charlotte Brontë’den, kadınların niçin bir SavaÅŸ ve Barış yazamadıklarına; Shakespeare’in hayali kız kardeÅŸinden bugün de tartışılmaya devam eden kadının yoksulluÄŸu ve namusu baÅŸlıklarına, hatta yaratıcılığın doÄŸasına kadar uzanan geniÅŸ bir yelpazede kalemini özgürce oynatan Woolf, kadınlara edebiyat alanında bir çıkış yolu gösteriyor. “Bir kadın eÄŸer kurmaca yazacaksa, parası ve kendine ait bir odası olmalıdır,” diyen Virginia Woolf’un sesi, aradan geçen sekseni aÅŸkın yıla raÄŸmen gücünü ve etkinliÄŸini koruyor.
Deniz Feneri
Yirminci yüzyıl edebiyatına damgasını vuran yazarlardan Virginia Woolf, roman sanatındaki teknik buluÅŸlarıyla, özellikle de bilinçakışı tekniÄŸini ustalıkla uygulamasıyla bilinir. Virginia Woolf’un en otobiyografik romanı olarak nitelenenen Deniz Feneri, yazarın kendi ailesinin izlerini taşır. Sıcak ve içtenlikli bir aile atmosferiyle dokunan roman, sekiz çocukları ve dostlarıyla birlikte bir adada yaz tatilini geçiren Ramsay ailesinin çevresinde döner. Kocasına hayran güzel Mrs. Ramsay, ressam olmak isteyen, yaşı geçkin bekâr Lily, züğürt Tansley, eÅŸiyle çocuklarına duyarsız davranan bencil Mr. Ramsay, Deniz Feneri’nin öne çıkan figürleri. Bu kiÅŸilerin karakterlerini ele veren iç monologlarıyla geliÅŸen roman, adanın açıklarındaki deniz fenerine yapılacak gezinin ve Lily’nin elinden çıkacak Mrs. Ramsay tablosunun izleÄŸinde ilerliyor. Woolf’un ÅŸiirsel metni adanın seslerini ve görünümleri okura taşırken, I. Dünya Savaşı öncesi İngiltere’sinin geleneksel aile yaÅŸamının felsefi ama son derece özel portresini de çiziyor. Deniz Feneri, Woolf’un kendi çocukluÄŸuyla uzlaÅŸması olduÄŸu kadar yirminci yüzyıl baÅŸlarında kadının toplumdaki yerini, evlenmenin kadın yaÅŸamındaki rolünü, kadının hayatta evlilik dışında anlamlı bir hayatı olup olamayacağını derinlemesine irdeleyen, feminist sorunlar üzerine eÄŸilen bir roman.
Orlando
Virginia Woolf’un, yakın arkadaşı, karizmatik, biseksüel yazar Vita Sackville-West için yazdığı Orlando, eÄŸlenceli, fantastik bir ‘sahte biyografi’. Canı istediÄŸinde bukalemun gibi biçim, daha doÄŸrusu cinsiyet ve kimlik deÄŸiÅŸtiren tarihi bir karakterdir Orlando. Erkek olarak baÅŸladığı hayatını kadın olarak sürdürür, on altıncı yüzyılda soylu bir aileye doÄŸar, birkaç yüzyılı hızla yaÅŸar, bir gecede cinsiyet deÄŸiÅŸtirir, yirminci yüzyılın ilk yarısına bir kadın yazar kimliÄŸiyle ulaşır. Delikanlılığında Kraliçe’nin sevgilisi olur, İngiltere Kralı tarafından İstanbul’a büyükelçi olarak gönderilir; Çingenelerin arasında da yaÅŸar, saraylarda da; edebiyat sevdalısı, melankolik bir ÅŸairdir; çeÅŸitli kimliklerde çıkar karşımıza Orlando ve deÄŸiÅŸken ruh halleriyle, yaptıklarıyla hep ÅŸaşırtır. Viktorya Dönemi deÄŸerlerini eleÅŸtiren ve cinsiyet, özgüven, hakikat, kimlik, kiÅŸinin toplumdaki yeri, edebiyat gibi konulara ÅŸiirsel bir üslupla dokunan Woolf’un kendi deyiÅŸiyle Orlando, yazarlık yaÅŸamında tasasız bir tatil; kafaları karıştırıyor, ne yana döneceÄŸi belli olmuyor ve bu yüzden de keyifli. “KuÅŸkusuz Woolf’un en yoÄŸun eseri, çağımızın da en olaÄŸandışı romanlarından biri.”
-Jorge Luis Borges-
Dalgalar
“Ve benim içimde de dalga yükseliyor. Kabarıyor; sırtı kavisleniyor. Bir kez daha yeni bir arzunun farkında oluyorum, süvarisinin önce mahmuzladığı sonra da gemini çektiÄŸi gururlu at gibi bir ÅŸey yükseliyor altımda. Sırtına bindiÄŸim sen, ÅŸimdi bize yaklaÅŸtığını sezdiÄŸimiz düşman kim, bu kaldırımda eÅŸelenerek dururken biz? Ölüm o. Düşmanımız, ölüm. Mızrağımı indirerek ve saçlarım genç bir adamın, Hindistan’da dörtnala giden Percival’in saçları gibi uçuÅŸarak ölüme doÄŸru koÅŸuyorum. Atımı mahmuzluyorum. Sana doÄŸru fırlatacağım kendimi, yenilmeden ve boyun eÄŸmeden, Ah Ölüm!” Geleneksel roman anlayışından kopuÅŸun öncüllerinden Virginia Woolf’un en özgün yapıtı olarak kabul edilen Dalgalar, hayatın ritmini doÄŸanın döngüsü ve zamanın akışıyla uyum içerisinde yansıtır. Birlikte büyüyen, üçü erkek, üçü kız altı çocuÄŸun, gençliÄŸe ve sonra da yaÅŸlılığa uzanan bir çizgide ve birbirine koÅŸut dokuz bölümde izlediÄŸimiz yaÅŸamlarını monologları ve iç sesleri üzerinden anlatır Woolf. Dalgalar bir metafordur, bu yaÅŸamların yapısını kurar, gelgitleri insan yaÅŸamının ve ruhunun ritmini yansıtır. Tüm kitap boyunca saf bir bilinç akışı tekniÄŸi kullanan Woolf, ortak bir trajedinin etrafında ÅŸekillenen, farklı ancak yer yer kesiÅŸen, birbirini bütünleyen, belki de hepsi bir bütünün parçaları olan hayatları anlatır. Dalgalar, yazarın ortak ve bireysel benlik arayışını, gençlik umutları ve orta yaÅŸ çıkmazlarını kaleme aldığı deneysel bir roman, kendi deyiÅŸiyle bir “oyun-ÅŸiir”.
(Tanıtım Bülteninden)