background img
Nis 5, 2018
80 Views

Birimiz Yalan Söylüyor Kitabını İndir

Written by

Birimiz Yalan Söylüyor Kitabının Açıklaması:

Birimiz Yalan Söylüyor

 Birimiz Yalan Söylüyor

Dikkatlice takip ederseniz, belki bu gizemi çözebilirsiniz.

Bir pazartesi öÄŸleden sonra, Bayview Lisesi’nin beÅŸ öÄŸrencisi cezaya kaldı.

Bronwyn, öÄŸrencilerden ZEKİ olanı, Yale Üniversitesi’ne girmek istiyor ve asla kuralları çiÄŸnemiyordu.

GÜZEL olan Addy ise mükemmel bir mezuniyet balosu prensesiydi.

SABIKALI olan Nate, halihazırda uyuşturucu satıcılığından şartlı tahliye edilmişti.

SPORCU olan Cooper, tüm gözleri üzerinde toplayan bir beyzbol oyuncusuydu.

Ve herkes tarafından DIÅžLANAN Simon, Bayview Lisesi’nin ünlü dedikodu uygulamasının yaratıcısıydı.

Ancak kimse Simon’ın o ceza sınıfında öleceÄŸini tahmin edemezdi. Yapılan soruÅŸturmaya göre Simon’ın ölümü bir kaza deÄŸildi. Üstelik polis, Simon’ın diÄŸer dört öÄŸrenci hakkında yayınlayacağı dedikoduları eline geçirince hepsi birer cinayet ÅŸüphelisi oldu. Peki kim yalan söylüyordu?

 

Herkesin sırları vardır, deÄŸil mi? Asıl önemli olan, o sırları korumak için ne kadar ileri gideceÄŸinizdir.

Karen M. McManus’ın 2017’de yayımlanan romanı dört genci ve bir ölümü konu alıyor. Okuru heyecan verici ve gizemli bir maceraya sürükleyen Birimiz Yalan Söylüyor, farklı anlatım ve ölümün yarattığı ÅŸüphelere yaklaÅŸma tarzıyla dikkat çekmekte.

 

Dört öÄŸrenci ve bir ölüm.

 

Şimdi işiniz bağlantıları kurmak.

 

Herkes bu iÅŸin içinde mi yoksa birileri herkesi parmağında mı oynatıyor. Öyleyse kuklacı kim? Kukla kim?

 

“Çarpıcı konusu, hızlı ilerleyiÅŸi ve ilgi uyandırıcı karakterleri birleÅŸerek heyecan verici, tek seferde bitirilecek bir gerilim meydana getiriyor.” —The Guardian

 

“McManus bir esrarı nasıl yaratacağını iyi biliyor ama romanın asıl cazibesi, her karakterin çıktığı yolculukta yatıyor. Yazar stereotiplerden ustaca kaçınarak karakterlerine nüanslar eklerken, bir de ara ara ilgi çekici ayrıntıları kurguya yerleÅŸtirmeyi baÅŸarıyor. Demem o ki çantalarınızda Birimiz Yalan Söylüyor’a yer açın, çünkü bu sürükleyici kitabı elinizden bırakmak istemeyeceksiniz.”   —Entertainment Weekly

 

 

 

Birimiz Yalan Söylüyor ön okuma metni:

 

BİRİNCİ KISIM

SIMON DİYOR Kİ

 

Birinci Bölüm

Bronwyn

 

24 Eylül Pazartesi, 14.55

 

 Bir seks kaseti, bir hamilelik korkusu, iki aldatma skandalı. Üstelik bunlar yalnızca bu haftanın geliÅŸmeleri. EÄŸer Bayview Lisesi’ni, Simon Kelleher’in dedikodu uygulaması Dedikodu Kazanı’ndan tanısaydınız, öÄŸrencilerin derse girecek zamanı nasıl bulduÄŸuna ÅŸaÅŸardınız.

 

Omzumun üzerinden biri, “O haberler eskidi Bronwyn,” dedi. “Sen bir de yarınkini gör.”

 

Kahretsin. Dedikodu Kazanı okurken birine yakalanmaktan hiç hoÅŸlanmıyordum, hele de uygulamanın yaratıcısına. Cep telefonumu kaldırıp dolabımın kapısını kapattım. “Yine kimlerin hayatını mahvedeceksin Simon?”

 

Ben çıkış kapısına akın eden öÄŸrencilere doÄŸru yürürken, Simon da bana ayak uydurdu. “Amme hizmeti,” diyerek ilgisizce elini salladı. “Åžu özel ders verdiÄŸin çocuk var ya, Reggie Crawley? Yatak odasına kamera kurduÄŸunu bilmek istemez miydin?”

 

Yanıt verme zahmetine girmedim. Simon’ın vicdan muhasebesi yapma ihtimali ne kadarsa, benim o esrarkeÅŸ Reggie Crawley’nin yatak odasına uÄŸrama ihtimalim de o kadardı herhalde.

 

“Hem zaten kendileri kaşınıyorlar. İnsanlar yalan söylemese, birbirini aldatmasa, bana iÅŸ düÅŸmezdi.” Simon’ın uçuk mavi gözleri attığım uzun adımlara takıldı. “Nereye gidiyorsun böyle koÅŸtur koÅŸtur? Kendini fazladan aldığın derslerin baÅŸarısına boÄŸmaya mı?”

 

KeÅŸke. Tam da o sırada alay edercesine telefonum çaldı: Matematik yarışmasına hazırlık, saat üçte, Epoch Coffee. Ardından da takım arkadaÅŸlarımdan birinden mesaj geldi: Evan burada.

 

Tabii ki oradaydı. Sevimli matematik yarışmacısı Evan (bu düÅŸündüÄŸünüz gibi bir oksimoron deÄŸil) gelmek için daima benim gelemediÄŸim zamanı buluyordu anlaşılan.

 

“Pek sayılmaz,” dedim. Özellikle son zamanlarda geliÅŸtirdiÄŸim genel bir kural uyarınca, Simon’a elimden geldiÄŸince az bilgi vermeye çalışıyordum. Arka merdivenlere çıkmak için, Bayview Lisesi’nin pespaye asıl binası ile havadar ve aydınlık yeni kanadı arasında bir sınır iÅŸlevi gören, yeÅŸil metal kapıları ittirdik. Her yıl daha fazla sayıda varlıklı aile, San Diego’da yaÅŸam onlara fazla pahalı geldiÄŸinden yirmi beÅŸ kilometre doÄŸularındaki Bayview’a geliyor ve ödedikleri vergilerin karşılığında, alçı tavanlı ve çatlak fayanslı okullardan daha iyi bir eÄŸitim merkeziyle karşılaÅŸacaklarını düÅŸünüyorlardı.

 

Bay Avery’nin üçüncü kattaki laboratuvarına vardığımda, Simon hâlâ peÅŸimdeydi. Kollarımı kavuÅŸturup hafifçe Simon’a döndüm. “Yapacak iÅŸin yok mu senin?”

 

Simon, “Var. Cezaya kalacağım,” dedi ve yoluma devam etmemi bekledi. Ben kapının kulpunu tutunca da bir kahkaha patlattı. “Åžaka yapıyorsun. Sen de mi? Suçun ne?”

 

“Haksız yere suçlandım,” diye mırıldanarak kapıyı açtım. İçeride bizden önce gelen üç öÄŸrenci oturuyordu. Durup kimler var diye bakındım. Görmeyi beklediÄŸim bir ekip deÄŸildi. Biri hariç.

 

Nate Macauley sandalyesinde kaykılarak bana pis pis sırıttı. “Yolunu mu kaybettin? Burası ceza sınıfı, öÄŸrenci konseyi deÄŸil.”

 

Nate iyi bilirdi tabii. BeÅŸinci sınıftan beri başı beladan kurtulmuyordu. Biz de en son o sıralarda konuÅŸmuÅŸtuk. Dönen dedikodulara göre, Bayview polis teÅŸkilatı Nate’i… falanca bir suçtan ÅŸartlı tahliye etmiÅŸti. Belki alkollü araç kullanmaktan, belki de uyuÅŸturucu satıcılığından. Adı torbacıya çıkmış durumdaydı ama benim bu konudaki bilgim tamamen teorikti.

 

“Yorumunuzu kendinize saklayın.” Bay Avery elindeki dosyada bir ÅŸeyi iÅŸaretledikten sonra, Simon’ın arkasından kapıyı kapattı. Arka duvardaki sıra sıra yüksek kemerli pencerelerden, üçgen hüzmeler halinde akÅŸamüstü güneÅŸi vuruyor, aÅŸağıdaki otoparkın arkasındaki sahadan da belli belirsiz futbol antrenmanı sesleri geliyordu.

 

Ben bir sıraya otururken bir parça kâğıdı avucunda beyzbol topu gibi buruÅŸturan Cooper Clay, “Addy dikkat,” diye fısıldayarak topu karşısındaki kıza attı. Addy Prentiss gözlerini kırpıştırıp tereddütle gülümserken kâğıt top yere düÅŸtü.

 

Duvar saati milim milim üçe yaklaşırken karşı koyamadığım bir haksızlığa uÄŸramışlık hissiyle saatin hareketini izledim. Burada bulunmam bir hataydı. Åžu an Epoch Coffee’de, bir yandan diferansiyel denklemlere çalışırken, bir yandan da Evan Neiman’a acemice kur yapıyor olmalıydım.

 

Bay Avery hiç soru sormadan, direkt ceza veren tiplerdendi ama belki fikrini deÄŸiÅŸtirmek için hâlâ zamanım vardı. BoÄŸazımı temizleyerek elimi kaldırmaya davranınca Nate’in piÅŸmiÅŸ kelle gibi sırıttığını fark ettim. “Bay Avery, bulduÄŸunuz telefon benim deÄŸildi. Çantama nasıl girmiÅŸ bilmiyorum. Benimki bu iÅŸte,” diyerek karpuz desenli kılıfının içindeki iPhone’umu salladım.

 

İşin doÄŸrusu, Bay Avery’nin laboratuvarına cep telefonu getirmek için budalanın teki olmanız gerekirdi. Telefon konusunda son derece katı bir tutum içindeydi ve sanki kendisi havaalanı güvenlik ÅŸefiymiÅŸ, bizlerse arananlar listesindeymiÅŸiz gibi, her dersinin ilk on dakikasını sırt çantalarımızı eÅŸelemeye ayırırdı. O yüzden telefonumu her zamanki gibi dolabımda bırakmıştım.

 

“Senin de mi?” Addy öyle bir hızla bana döndü ki ÅŸampuan reklamlarını andıran sarı saçları omuzlarında savruldu. Buraya tek başına gelmesi için erkek arkadaşını ameliyatla aldırılması gerekmiÅŸti kesin. “Benim de deÄŸildi.”

 

“Benimle birlikte üç ettik,” diye lafa girdi Cooper. Güneyli aksanı yüzünden kulaÄŸa öç gibi gelmiÅŸti. Cooper ile Addy ÅŸaÅŸkın ÅŸaÅŸkın bakışınca, aynı grupta takılmalarına karşın bunu neden ÅŸimdi öÄŸrendiklerini merak ettim. Belki de aşırı popüler insanların konuÅŸacak baÅŸka bir sürü ÅŸeyi vardı da sıra bir türlü haksız yere verilen cezalara gelmiyordu.

 

“Biri bize pusu kurdu!” Dirseklerini masaya dayayarak öne eÄŸilen Simon, zembereÄŸinden boÅŸanıp yeni dedikodunun üzerine fırlamaya hazır bir ok gibi görünüyordu. BoÅŸ sınıfın ortasında toplaÅŸan biz dört kiÅŸiye teker teker baktıktan sonra, bakışlarını Nate’e çevirdi. “ÇoÄŸunun sicili temiz bir grup öÄŸrenciyi kim, ne diye tuzaÄŸa düÅŸürüp cezaya göndermek ister ki? Valla, bilemiyorum ama bence böyle bir ÅŸeyi yapsa yapsa, tüm zamanını burada geçiren biri eÄŸlenmek için yapmıştır.”

 

Nate’e baktım ama bir türlü aklımda canlandıramadım. Birini cezaya göndermek için kumpas kurmak bir hayli uÄŸraÅŸ gerektirirdi, oysa karmakarışık siyah saçlarından pejmürde deri ceketine kadar, Nate’in her ÅŸeyi hiç uÄŸraÅŸamam diye haykırıyordu. Hatta haykırırken de esniyordu sanki. Nate bana baktı ama tek kelime etmeden sandalyesinde iyice kaykılmaktan baÅŸka bir ÅŸey yapmadı. Bir milim daha geri gitse tepe taklak düÅŸecekti.

 

Cooper oturduÄŸu yerde doÄŸruldu, Kaptan Amerika çehresi asılmıştı. “Durun bir dakika. Ben bir karışıklık oldu sanmıştım ama aynı ÅŸey hepimizin başına geldiyse biri bir eÅŸek ÅŸakası yapıyor demek ki. Ben de bu yüzden beyzbol antrenmanımı kaçırıyorum,” dedi. Bunu öyle bir ÅŸekilde söylemiÅŸti ki duyan, çocuk kalp cerrahıydı da hayat kurtaracak bir ameliyata girmesi engelleniyor sanırdı.

 

Bay Avery gözlerini devirdi. “Komplo teorilerinizi baÅŸka bir öÄŸretmene saklayın. Ben yemem. Hepiniz derse telefon getirmenin yasak olduÄŸunu bile bile, kuralları ihlal ettiniz.” Simon’a özellikle ters bir bakış attı. ÖÄŸretmenler Dedikodu Kazanı uygulamasının varlığını biliyordu ama engellemek için ellerinden pek bir ÅŸey gelmiyordu. Simon insanlardan söz ederken yalnızca adlarının baÅŸ harflerini kullanıyor, okulda da bu konu hakkında hiç açık açık konuÅŸmuyordu. “Åžimdi beni dinleyin. Dörde kadar buradasınız. Sizlerden, teknolojinin Amerikan liselerini nasıl mahvettiÄŸini anlatan beÅŸ yüzer sözcüklük birer kompozisyon yazmanızı istiyorum. Kurallara uymayan, yarın yine cezaya kalır.”

 

“Neyle yazacağız?” diye sordu Addy. “Burada bilgisayar yok ki.” Sınıfların çoÄŸunda bilgisayar vardı ama görünüÅŸe göre, emeklilik yaşı on yıl önce gelen Bay Avery ayak diriyordu.

 

Bay Avery, Addy’nin masasına gelerek önündeki çizgili, sarı not defterinin kenarına vurdu. Hepimizin önünde bundan bir tane vardı. “El yazısının büyüsünü keÅŸfedin. UnutulmuÅŸ sanatlarımızdan biridir.”

 

Addy’nin kalp biçimli, güzel yüzünü bir ÅŸaÅŸkınlık kapladı. “Ama beÅŸ yüz kelimeye ulaÅŸtığımızı nasıl anlayacağız ki?”

 

“Sayarak,” diye yanıtladı Bay Avery. Gözleri, hâlâ elimde tuttuÄŸum telefona dikiliydi. “Siz de verin ÅŸunu Bayan Rojas.”

 

“Telefonuma ikinci kez el koymanız size hiç tuhaf gelmiyor mu? Kimin iki tane telefonu vardır ki?” diye sordum. Nate öyle kısa ve hızlı sırıttı ki neredeyse fark etmiyordum. “Ciddiyim Bay Avery, biri bizimle oyun oynuyor.”

 

Kar beyaz bıyıkları huzursuzlukla seÄŸiren Bay Avery, uzattığı eliyle iÅŸaret etti. “Telefonunuz Bayan Rojas. Tabii buraya tekrar gelmek istemiyorsanız.” Ben içimi çekerek telefonumu verirken Bay Avery de kınayan bakışlarla diÄŸerlerine baktı. “Bugün sizden aldığım telefonlar masamda duruyor. Cezanız bittikten sonra telefonlarınızı geri alabilirsiniz.” Addy ile Cooper, herhalde gerçek telefonları sırt çantalarında güvende olduÄŸu için, hallerinden memnun bir ifadeyle bakıştılar.

 

Bay Avery, telefonumu bir çekmeceye attıktan sonra, masasına oturup kitabını açarak önümüzdeki bir saat boyunca bizi görmezden gelmeye hazırlandı. Çıkardığım kalemi, sarı not defterime vurarak ödev konusunu düÅŸündüm. Acaba Bay Avery teknolojinin gerçekten de okulları mahvettiÄŸine inanıyor muydu? Birkaç kaçak cep telefonu yüzünden böyle iddialı bir laf edilir miydi? Belki de bizi deniyordu, düÅŸüncesini onaylamamızı deÄŸil de karşı çıkmamızı bekliyordu.

 

Nate’e bir bakış attım, not defterinin üstüne eÄŸilmiÅŸ büyük harflerle defalarca bilgisayarlar berbattır, yazıyordu.

 

Galiba buna gereÄŸinden fazla kafa yoruyordum.

 

 

 

 

 

Cooper

 

24 Eylül Pazartesi, 15.05

Birkaç dakika içinde ellerim aÄŸrımaya baÅŸladı. Halim içler acısıydı, en son ne zaman elle bir ÅŸey yazdığımı anımsamıyordum. Üstelik saÄŸ elimle yazıyordum, bu da saÄŸ elimi yıllardır kullanmama karşın hâlâ bana doÄŸal gelmiyordu. Babam, ikinci sınıfta beni ilk kez atış yaparken gördükten sonra, ısrarla saÄŸ elle yazmayı öÄŸrenmemi istemiÅŸti. Sol kolun altın deÄŸerinde, demiÅŸti. Sol kolunu anlamsız ıvır zıvırlar için kullanma. Ivır zıvır dediÄŸi de babama göre atış dışında kalan her ÅŸeydi.

 

İşte o sıralar Cooperstown’daki beyzbol onur salonuna ithafen bana Cooperstown demeye baÅŸladı. Sekiz yaşında bir çocuÄŸa baskı uygulamanın keyfi baÅŸkadır.

 

Sırt çantasına uzanan Simon, teker teker bütün fermuarları açıp bir ÅŸeyler arandı. Çantayı kucağına koyup içine baktı. “Su ÅŸiÅŸem ne cehenneme gitti?”

 

“KonuÅŸmak yok Bay Kelleher,” dedi Bay Avery başını kaldırmadan.

 

“Biliyorum ama… su ÅŸiÅŸem kayıp. Çok da susadım.”

 

Bay Avery sınıfın arka tarafındaki lavaboyu iÅŸaret etti. Lavabonun tezgâhı Beherglaslarla ve petri kutularıyla doluydu. “Gidip için. Ses çıkarmadan.”

 

AyaÄŸa kalkan Simon, tezgâhtaki bardaklardan birini alıp musluktan su doldurdu. Ardından sırasına dönüp bardağını masasının üstüne koydu ama anlaşılan kafası sistematik bir biçimde yazı yazan Nate’e takılmıştı. “OÄŸlum,” diyerek, spor ayakkabısıyla Nate’ın masasının bacağına vurdu. “Cidden, uyuzluk olsun diye çantamıza o telefonları sen mi koydun?”

 

Bay Avery başını kaldırıp kaÅŸlarını çattı. “Ses çıkarmadan dedim, Bay Kelleher.”

 

Nate arkasına yaslanıp kollarını kavuÅŸturdu. “Neden böyle bir ÅŸey yapayım ki?”

 

Simon omuzlarını silkti. “Böyle bir ÅŸeyi insan neden yapar ki? Belki de bugün artık cezaya kalacak ne halt ettiysen, yalnız olmamak için yapmışsındır.”

 

“İkinizden biri tek kelime daha ederse yarın da cezaya kalır,” diye uyardı Bay Avery.

 

Simon yine de aÄŸzını açtı ama konuÅŸmaya fırsat bulamadan, önce acı bir tekerlek sesi, ardından da iki arabanın birbirine çarpışı duyuldu. Addy’nin nefesi kesildi, bense sanki biri bana arkadan çarpmış gibi sırama tutundum. Konunun dağılmasına sevinmiÅŸ görünen Nate ise ayaÄŸa kalkıp pencereye giden ilk kiÅŸi oldu. “Okul otoparkında kim kaza yapar ki?” diye sordu.

 

İzin istercesine Bay Avery’ye bakan Bronwyn, Bay Avery masasından kalkınca yerinden kalkıp pencereye yöneldi. Addy de Bronwyn’in peÅŸinden gidince yerimden kalktım. Neler oluyordu anlayalım bari. Ben dışarı bakmak için pervaza yaslanırken, yanıma gelen Simon alaylı bir kahkaha atarak aÅŸağıdaki olayı izledi.

 

Biri eksi püskü ve kırmızı, öteki alelade, gri renkli iki araba dik açıyla çarpışmıştı. Hepimiz sessizce arabalara bakarken, Bay Avery bıkkın bıkkın içini çekti. “Ben gidip yaralanan var mı bakayım.” Gözlerini üzerimizde gezdirdikten sonra, Bronwyn’in aramızdaki en sorumluluk sahibi kiÅŸi olduÄŸuna karar verdi. “Bayan Rojas, ben dönene kadar sınıfın sessiz kalmasını saÄŸlayın.”

 

“Tamam,” diyen Bronwyn, Nate’e gergin bir bakış attı. Pencerede kalıp olay yerine baktık. Bay Avery veya baÅŸka bir öÄŸretmen daha ortaya çıkamadan, iki araba da motorlarını çalıştırıp otoparktan çıktı.

 

“Tam bir hayal kırıklığı,” dedi Simon. Sırasına dönüp kupasını eline aldı ama oturacağına sınıfın ön tarafına doÄŸru yürüyerek periyodik cetveli gözden geçirmeye koyuldu. Dışarı çıkacakmış gibi koridora meyletti ama sonra bize dönüp kadeh kaldırıyormuÅŸçasına bardağını havaya uzattı. “Su isteyen var mı?”

 

“Ben isterim,” dedi Addy, sırasına oturarak.

 

“Kalk da al o zaman prenses.” Simon pis pis sırıttı. Addy oturduÄŸu yerde gözlerini devirirken, Simon da Bay Avery’nin masasına yaslandı. “Kelimenin tam anlamıyla, ha? Artık mezunlar günü de bittiÄŸine, neyle oyalanacaksın bakalım? Mezuniyet balosuna da daha çok var.”

 

Addy bir ÅŸey söylemeden bana baktı. Kızı suçlamıyordum. Konu arkadaÅŸlarımız olunca, Simon’ın düÅŸünceleri hemen hiçbir zaman iyi bir yere varmazdı. Popüler olup olmamak umurunda deÄŸilmiÅŸ gibi davranırdı ama geçen bahar, en sonunda üçüncü sınıf yılsonu balosu komitesine seçildiÄŸinde, burnu havalardaydı. Oy karşılığında birilerinin sırrını saklamayı vaat etmediÄŸi sürece, o komiteye nasıl seçildiÄŸine akıl sır erdiremiyordum.

 

Gerçi geçen haftaki mezunlar günü komitesinde ortalarda gözükmemiÅŸti. Ben kral seçilmiÅŸtim, o yüzden belki beni de taciz edilecekler listesi midir ne halttır, ona eklemiÅŸti.

 

Addy’nin yanına oturarak, “Ne demek istiyorsun Simon?” diye sordum. Addy ile pek yakın sayılmazdık ama kıza karşı bir koruma içgüdüsü duyuyordum. Birinci sınıftan beri en yakın arkadaşımla çıkıyordu, tatlı bir kızdı. Ayrıca Simon gibi yapışkan tiplere haddini bildirebilecek biri deÄŸildi.

 

“O bir prenses, sen sporcusun,” dedi. Çenesini önce Bronwyn’e, sonra da Nate’e doÄŸru çevirdi. “Sen zekisin, sen de bir suçlusun. Hepiniz ayaklı gençlik filmi kliÅŸelerisiniz.”

 

“Peki ya sen?” diye sordu Bronwyn. Bir süredir pencerenin kenarında dikilen Bronwyn, ÅŸimdi masasına gelip sırasının üstüne oturdu. Bacak bacak üstüne atıp atkuyruÄŸu yaptığı siyah saçlarını omzundan aÅŸağı sarkıttı. Bu yıl kızın üstünde bir tatlılık vardı. Yeni gözlüklerinden miydi acaba? Yoksa uzamış saçlarından mı? Bir anda, ÅŸu seksi çalışkan tiplere dönüÅŸüvermiÅŸti.

 

“Ben her ÅŸeyi bilen tanrısal anlatıcıyım,” dedi Simon.

 

Bronwyn’in kaÅŸları, siyah gözlük çerçevelerinin üstüne yükseldi. “Gençlik filmlerinde böyle bir ÅŸey yoktur.”

 

“Ah, Bronwyn, ah.” Simon göz kırparak suyunu lıkır lıkır içti. “Ama gerçek hayatta vardır.”

 

Tehdit edermiÅŸ gibi bir hali vardı, acaba Brownyn hakkında o aptal uygulamasına koyacak bir ÅŸey mi öÄŸrenmiÅŸti? Nefret ediyordum o zımbırtıdan. Orada neredeyse bütün arkadaÅŸlarım hakkında öyle ya da böyle bir ÅŸeyler yayınlanmıştı, bazen ciddi boyutta sorunlara yol açıyordu. Yakın arkadaşım Luis ile kız arkadaşı, Simon’ın yazdığı bir ÅŸey yüzünden ayrılmıştı. Gerçi Luis’in kız arkadaşının kuzeniyle takıldığı yalan deÄŸildi ama olsun yani. İlle de yayınlanması gerekmiyordu. Koridor dedikodusu yeterince kötüydü zaten.

 

Ayrıca açık konuÅŸmak gerekirse, kafa yorduÄŸu takdirde Simon’ın benim hakkımda yazabileceklerini düÅŸündükçe ödüm kopuyordu.

 

Simon suratını ekÅŸiterek bardağını havaya kaldırdı. “Tadı bok gibi.” Bardağını elinden düÅŸürünce, dram yaratmaya çalıştığını düÅŸünerek gözlerimi devirdim. Simon yere yığıldığında bile, hâlâ dalga geçtiÄŸini düÅŸünüyordum. Fakat derken hırıltılı hırıltılı nefes alıp vermeye baÅŸladı.

 

AyaÄŸa fırlayıp Simon’ın yanına ilk giden Bronwyn’di. “Simon,” diyerek, çocuÄŸun omuzlarını sarstı. “İyi misin? Ne oldu? KonuÅŸabiliyor musun?” Sesindeki kaygı, paniÄŸe dönüÅŸünce yerimden fırladım. Fakat benden hızlı davranan Nate, beni iterek geçti ve Bronwyn’in yanına çömeldi.

 

Simon’ın tuÄŸla kırmızısına dönen yüzünü inceleyerek, “İğne,” dedi. “İğnen var mı?” Simon, bir eliyle boÄŸazını kavramış, deliler gibi evet anlamında başını sallıyordu. Acil müdahale yapacağını sandığımdan, duvardaki panodan bir topluiÄŸne kaptığım gibi Nate’e uzatmaya kalkıştım. Nate ise bana omuzlarımın üstünde ikinci bir kafa çıkmış gibi baktı. “Adrenalin iÄŸnesi,” diyerek, Simon’ın sırt çantasını aramaya baÅŸladı. “Alerjik bir reaksiyon geçiriyor.”

 

AyaÄŸa kalkan Addy tek kelime etmeden kendisine sarıldı. Bronwyn kıpkırmızı bir yüzle bana döndü. “Ben bir öÄŸretmen bulup acil servisi arayacağım. Sen yanında kal, tamam mı?” Bay Avery’nin çekmecesinden telefonunu kaptığı gibi, koridora koÅŸtu.

 

Simon’ın yanı başında diz çöktüm. Gözleri pörtlemiÅŸ ve dudakları morarmıştı, boÄŸuluyormuÅŸ gibi korkunç sesler çıkarıyordu. Nate, Simon’ın çantasında ne var ne yok yere boÅŸalttıktan sonra kitap, kâğıt ve giysi yığını arasında bir ÅŸeyler aradı. “Simon, iÄŸneyi nerede tutuyorsun?” diye sorarak, çantanın küçük ön bölmesini yırtarcasına açtı ama çıkara çıkara iki kalem ile bir anahtarlık çıkardı.

 

Simon’ın konuÅŸacak hali kalmamıştı gerçi. Bir iÅŸe yarayacakmış gibi, terlemiÅŸ avucumu Simon’ın omzuna koydum. “Bi’ ÅŸeyiin yok, düzelceksin. Yardım çağırdık.” Sesimin gittikçe yoÄŸunlaÅŸarak pekmez kıvamına geldiÄŸini duyabiliyordum. Stres altındayken aksanım kendisini belli ederdi. Nate’e dönüp, “BoÄŸuulmadına emin misin?” diye sordum. Belki de saçma sapan bir tıbbi iÄŸneye deÄŸil de Heimlich manevrasına ihtiyacı vardı.

 

Beni duymazdan gelen Nate, Simon’ın boÅŸ sırt çantasını bir yana fırlattı. “Hasiktir!” diye bağırarak yumruÄŸunu yere indirdi. “Üstünde mi Simon? Simon!” Simon’ın gözleri yukarı kayarken, Nate çocuÄŸun ceplerini karıştırdı ama buruÅŸmuÅŸ bir mendil dışında bir ÅŸey bulamadı.

 

Uzaktan ambulans sireni çalarken, Bay Avery ile iki öÄŸretmen, peÅŸlerinde telefonuyla konuÅŸan Bronwyn ile birlikte, sınıfa daldı. Nate, “EpiPen’ini[1] bulamıyoruz,” diye durumu özetleyerek, Simon’ın eÅŸyalarından oluÅŸan yığını iÅŸaret etti.

 

Bay Avery korkudan aÄŸzı bir karış açık bir halde, bir saniyeliÄŸine Simon’a baktıktan sonra bana döndü. “Cooper, revirde EpiPen vardır. Kolayca görünecek bir ÅŸekilde etiketlenmiÅŸtir. Çabuk!”

 

KoÅŸarak koridora çıktım. Arkamdaki ayak seslerinin zayıfladığını iÅŸiterek, hızlı adımlarla arka merdivenlere ulaşıp kapıyı açtım. Basamakları üçer üçer inerek birinci kata vardıktan sonra, etrafta dolaÅŸan birkaç öÄŸrencinin arasından geçerek revire vardım. Kapı aralıktı ama içeride kimse yoktu.

 

Revir daracık bir yerdi, pencerelerin önünde muayene masası vardı, solumdaysa kocaman gri bir dolap yükseliyordu. Odayı gözden geçirirken, duvara monte edilmiÅŸ, kırmızı büyük harflerle bir ÅŸeyler yazan iki beyaz kutu gözüme takıldı. Birinde ACİL DURUM DEFİBRİLATÖRÜ, ötekindeyse ACİL DURUM ADRENALİN ENJEKTÖRÜ yazıyordu. İkincisinin mandalını çevirip açtım.

 

İçinde hiçbir ÅŸey yoktu.

 

Öteki kutuyu açtım. İçinde üzerinde kalp resmi bulunan, plastik bir aygıt vardı. Adrenalin enjektörü olmadığına emindim, o yüzden gri dolabı karıştırmaya baÅŸlayarak bandaj ve aspirin kutularını çıkardım. Aralarında iÄŸneye benzer bir ÅŸey göremiyordum.

 

“Cooper, buldun mu?” Bay Avery ve Bronwyn ile birlikte laboratuvara giren öÄŸretmelerden biri olan Bayan Grayson, odaya daldı. Soluk soluÄŸa bir halde yan tarafını tutuyordu.

 

Duvara monte edilmiÅŸ boÅŸ kutuyu iÅŸaret ettim. “Burada olması gerekiyordu, deÄŸil mi? Ama yok.”

 

“Malzeme dolabına bak,” dedi Bayan Grayson, oysa yere saçılmış bandaj kutularından belli olduÄŸu üzere çoktan bakmıştım. Bir öÄŸretmen daha bize katılınca, gittikçe yaklaÅŸan siren eÅŸliÄŸinde, reviri didik didik aradık. Son dolabı açtığımızda, Bayan Grayson elinin tersiyle alnında biriken teri sildi. “Cooper, git de Bay Avery’ye henüz bir ÅŸey bulamadığımızı söyle. Biz Bay Contos ile aramayı sürdürürüz.”

 

Bay Avery’nin laboratuvarına saÄŸlık ekibiyle aynı anda vardım. Lacivert üniformalı üç saÄŸlık görevlisi gelmiÅŸti, ikisi uzun, beyaz bir sedyeyi itiyor, ötekiyse kapının önünde toplaÅŸmış küçük kalabalığı dağıtmak için önden koÅŸturuyordu. Hepsinin girmesini bekledikten sonra, arkalarından içeri daldım. Bay Avery, sarı gömleÄŸi dağılmış bir halde kara tahtanın yanına yığılmıştı. “İğneleri bulamadık,” dedim.

 

SaÄŸlık ekibinden biri Simon’ın göÄŸsüne bir iÄŸne sapladı, ardından diÄŸer ikisi çocuÄŸu sedyeye kaldırırken Bay Avery titreyen elini, incecik beyaz saçlarında gezdirdi. “Tanrı bu çocuÄŸun yardımcısı olsun,” diye fısıldadı. Sanırım benden çok kendi kendine konuÅŸuyordu.

 

Yanaklarından yaÅŸlar süzülen Addy, uzaklaşıp bir kenara çekildi. Ben Addy’nin yanına gidip kolumu kızın omzuna atarken, saÄŸlık ekibi Simon’ın sedyesini koridora çıkardı. İçlerinden biri Bay Avery’ye, “Siz de gelebilir misiniz?” diye sordu. Bay Avery başıyla onaylayıp peÅŸlerinden dışarı çıkınca ÅŸoka girmiÅŸ birkaç öÄŸretmen ve Simon ile birlikte cezaya kalan biz dört öÄŸrenci dışında, sınıf bomboÅŸ kaldı.

 

Buraya geleli en fazla on beÅŸ dakika olmuÅŸtu herhalde ama sanki saatler geçmiÅŸ gibi geliyordu.

 

“Åžimdi iyi midir?” diye sordu Addy boÄŸuk bir sesle. Bronwyn, telefonunu dua etmek için kullanıyormuÅŸ gibi avuçlarının arasına kıstırmıştı. BaÅŸka öÄŸretmenlerle öÄŸrenciler içeri girmeye baÅŸlayınca Nate elleri belinde kapıya baktı.

 

“Dürüst davranacak ve hayır diyeceÄŸim,” dedi.

Article Categories:
Genel

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir